Bugünkü yazım OT Dergi üzerine olacak. Dergi hakkında önce bazı demografik bilgileri vermekle işe başlamak istiyorum. Bayilerden 6,00 liraya satın alınabilmekle beraber derginin bir de web sayfası mevcut, lakin burdan aylık içeriğe ulaşamıyorsunuz. Site sadece online alışveriş imkanı ve geçmiş sayıları temin edebilme hakkı sunuyor size. https://www.otdergi.com/ adresinden sitenin içeriğini inceleyebilirsiniz. Bu sayfada OT,OTLAK,OT KİTAP,OT DÜKKAN kategorilerine ulaşabilirsiniz.
Derginin birinci sayısı Mart 2013 te çıkmış olmakla beraber satışa 5 TL gibi bir fiyatla sunulmuştur. (Laptop'ımda yeni türk lirası sembolü bulunmadığı için TL yazıyorum, idare edin) Kapakta görüldüğü üzere çok ünlü kalemlerimizin yazıları dergide mevcut. Yakın zamanda hayatını kaybeden usta kalem Didem Madak'tan, Metin Kaçan'a;Sezai Karakoç'tan Sırrı Süreyya Önder'e;büyük usta Yaşar Kemal'e yer verilmiştir. Benim en sevdiklerimden ise birkaç isim özellikle bu dergiye sempati duymamı sağlamıştı ilk başlarda, söylemeden geçemeyeceğim bir kaç isim var bu sebeple. Bunlardan ilki Hakan Günday'dır ki ben çağımızın en iyi yazarlarından olduğunu düşünüyorum. Okumayanlar için ise Kinyas ve Kayra romanını şiddetle tavsiye ediyorum.
Birhan Keskin ismini son zamanlarda bir çoğunuz sık sık duymuşsunuzdur, kendisi hakkında net bir yorum yapamamakla beraber sempati beslemediğimi ve bu yüzden derinlemesine araştırmadığımı veyahut da okumadığımı belirtmek isterim. Ajitasyon çılgınlığının hat safhada olduğu çağımızda yinelenen bir çok unsurdan uzak durma gereği belki de bir korumacılık içgüdüsüydü lakin insanların antipatisini kazanacak kadar çok paylaşmak birşeyleri o yazarların ya da şairlerin kendilerine haksızlık etmek demekti. Özellikle de içeriğin tümüne vakıf olmadan (olamadan) sadece sosyal medyada çerez misali dolaşan kırıntıları sürekli burnumuzun dibine getirmeleri. Bu bağlamda kendisine yazık olduğunu düşündüğüm bir diğer şahsiyet de Osho'dur. Yapmaya çalıştığı felsefenin indirgenmişliği, kendisini sosyal medya fenomenine dönüştürdü.
Yine konumuza geri dönecek olursak Enis Batur, Haydar Ergülen gibi kulağımızın aşina olduğu isimler dışında Umay Umay gibi severek, bıkmadan dinlediğimiz sanatçılar da yer almaktadır efendim OT'da...Her ne kadar insan ilişkileri, oyunculuğu kadar kuvvetli olmasa da Ali Poyrazoğlu'nun yazıları da okumaya değer. Diğer yazarları çok yakından tanıdığımı iddia edememekle birlikte birinci sayıdan bu yana çok başka kalemlerin de dergiye eklendiğini söylemeden edemeyeceğim. Benim çok çok sevdiğim bu usta kalemler hakkında daha sonra daha detaylı birkaç yazı daha düşündüğüm için şimdi burda çok fazla detaya girmemeyi tercih ediyorum.
Gelgelelim derginin çizimlerine; çoğumuzun Puslu Kıtalar Atlası'ndan tanıdığı İhsan Oktay Anar bu dergiye de çizimleriyle renk katmıştır. Bunun haricinde ismini birçoğumuzun yakından tanıdığı diğer iki usta kalem ise Selçuk Erdem ve Erdil Yaşaroğludur. Erdil Yaşaroğlu bilindiği üzere zamanında Cem Yılmaz ile aynı dergide çalışmış ve ondan daha başarılı bir karikatürist olup ödül almıştır.Gel gör ki hayat herkesi farklı alanlarda sınamaktadır.Herneyse, OT Dergi Mart 2016 da 37. sayısını piyasaya sürmüştür. Bu sayının kapağını ise görüldüğü üzere Minik Serçe süslemiştir.
Derginin bir güzelliği çocukluğumuzdan esintiler taşımasıdır. Bundaki en büyük etken ise sanırım aynı kuşaktan gelmemizdir. Ne de olsa X ve Y kuşağı yakın Z kuşağı ise değişiktir =) George Orwell'in kitabındaki koyunlar gibi X ve Y kuşağı iyi, Z kuşağı kötü diye sloganlar atmaya başlamadan önce (tabiki bu işin şakası) derginin içeriği hakkında daha kapsamlı bilgilere geçelim. Öncelikle belirtmek isterim ki derginin net bir siyasi çizgisi olmakla beraber bazı konularda şahsımın tasvip etmediği içeriklere yer vermesi dergiyi satın almama mani olmuştur. Elimde şu an sadece bir sayısı mevcut olup size bunu detaylandıracağım.
Elimdeki dergi Nisan 2015 yılında çıkan 26. sayıdır. Bir gün kardeşime "Melo eve gelirken bana Ot getir" dedim, beni hemen anladı ve getirdi. Tesadüf budur ki bu sayıda en sevdiğim adamlardan yine bir kaçı vardı. Ali Atay ve Serkan Keskin. Tabi ki Burak Aksak da yazmaya başlamıştı artık. Dergi Eşber Yağmurdereli'nin Yaşar Kemal ile ilgili bir anısını anlatan yazısıyla başlıyordu. Bunu Dücane Cündioğlu'nun bir yazısı takip etmekteydi. Buradan size altını çizmiş olduğum bir alıntıyı aktarmak istiyorum:
"Bil ki aşk nedensizdir ey talib, başlangıcında ne bir niçin vardır, ne de bir çünkü, tümüyle irrasyoneldir, akıl ve nedensellik dışıdır, bir süreç değildir, süreçte de değildir, özü gereği salt an'dır, anda'dır. Açıklanamayışı bundan.
Hep bir başkasının sesine ihtiyaç duyar yolcu, daima bir başkasının ışığına, alevine, ateşine. Arayan değil aranandır hakikatte, bulan değil, bulunan."
Bunun üzerine söylenecek daha güzel sözlerim yok benim aşkı seven bir insan olarak (AŞK üzerine daha sonra kapsamlı ve felsefe temelli bir yazı yazacağım için buna da çok fazla değinmiyorum şimdilik).
Ve karşınızda hayran olduğum büyük üstad MURAT MENTEŞ; çağımızın dehası, usta kalem. Oğlu ile 23 Nisan üzerine kısa bir söyleşisini paylaşmış, o ne yazsa ben okurum diyerekten gizli değil aleni hayranlığımı belirtmekte bir sakınca görmüyorum. Okumayanlar için ise Murat Menteş kitaplarını okumadıysanız çok şey kaçırmışsınız diyerekten aşağıda resimlerini paylaşıyorum.
Bu kitaplar hakkında yine daha sonra bir yazı yazacağım çünkü anlatmakla bitiremeyecek kadar çok düşüncem var üzerine. Şimdilik biz yine OT'a dönelim: Kapton Kusto, Kan Limonata Değildir ve Üç Kişilik Bir Kişi yazılarını beğendiğimi söyleyebilirim lakin Murat Uyurkulak'ın Barbarları İzlerken yazısını hepsinden ayrı tutarım. Bilenler bilir Murat Uyurkulak'ı, bilmeyenler için ise aşağıdaki resim yeterli olacaktır:
Yazımı Tarık Buğra'dan esinlendiğim bir cümle ile noktalamak istiyorum:
Elimdeki dergi Nisan 2015 yılında çıkan 26. sayıdır. Bir gün kardeşime "Melo eve gelirken bana Ot getir" dedim, beni hemen anladı ve getirdi. Tesadüf budur ki bu sayıda en sevdiğim adamlardan yine bir kaçı vardı. Ali Atay ve Serkan Keskin. Tabi ki Burak Aksak da yazmaya başlamıştı artık. Dergi Eşber Yağmurdereli'nin Yaşar Kemal ile ilgili bir anısını anlatan yazısıyla başlıyordu. Bunu Dücane Cündioğlu'nun bir yazısı takip etmekteydi. Buradan size altını çizmiş olduğum bir alıntıyı aktarmak istiyorum:
"Bil ki aşk nedensizdir ey talib, başlangıcında ne bir niçin vardır, ne de bir çünkü, tümüyle irrasyoneldir, akıl ve nedensellik dışıdır, bir süreç değildir, süreçte de değildir, özü gereği salt an'dır, anda'dır. Açıklanamayışı bundan.
Hep bir başkasının sesine ihtiyaç duyar yolcu, daima bir başkasının ışığına, alevine, ateşine. Arayan değil aranandır hakikatte, bulan değil, bulunan."
Bunun üzerine söylenecek daha güzel sözlerim yok benim aşkı seven bir insan olarak (AŞK üzerine daha sonra kapsamlı ve felsefe temelli bir yazı yazacağım için buna da çok fazla değinmiyorum şimdilik).
Ve karşınızda hayran olduğum büyük üstad MURAT MENTEŞ; çağımızın dehası, usta kalem. Oğlu ile 23 Nisan üzerine kısa bir söyleşisini paylaşmış, o ne yazsa ben okurum diyerekten gizli değil aleni hayranlığımı belirtmekte bir sakınca görmüyorum. Okumayanlar için ise Murat Menteş kitaplarını okumadıysanız çok şey kaçırmışsınız diyerekten aşağıda resimlerini paylaşıyorum.
Bu kitaplar hakkında yine daha sonra bir yazı yazacağım çünkü anlatmakla bitiremeyecek kadar çok düşüncem var üzerine. Şimdilik biz yine OT'a dönelim: Kapton Kusto, Kan Limonata Değildir ve Üç Kişilik Bir Kişi yazılarını beğendiğimi söyleyebilirim lakin Murat Uyurkulak'ın Barbarları İzlerken yazısını hepsinden ayrı tutarım. Bilenler bilir Murat Uyurkulak'ı, bilmeyenler için ise aşağıdaki resim yeterli olacaktır:
"Hayatı çekilmez kılan insanlarla doludur etrafın. Sana güvenmeyen gözlerle bakarlar. Her daim üzerindedir bakışları. Dilleri başka şey söyler, bakışları başka. Anlattıklarınla ilgilenmezler.Yalnızca duymak istediklerini söylemeni beklerler. Yeni fikirlere değil, kendi fikirlerini onaylatmaya ihtiyaçları vardır. Samimi gözükmeye çalışan şarlatanlardır onlar. Samimiyetten bir sonraki durak sahtekarlıktır.Bu yüzden sahtekarların ortaya çıkması biraz zaman alır. Ama bekleyenler er geç görecektir bu ikiyüzlülerin gizlemeye çalıştıkları çirkin yüzlerini. Ben o yüzlere tükürmek için orada olacağım, sizi de beklerim" diyordu Burak Aksak "Ben Orada Değildim Üstelik Siz de Yoktunuz" isimli yazısında... Devam ediyordu sonrasında; "Mutlu olmak ihtiyaç değil lükstür artık böylesi delirmiş bir dünyada" diyordu ve yine devam ediyordu: "Cesetleri kirli ve tüm ölümleri şüpheli bir dünya bırakacağız çocuklara"
Sen dur, çocuğu gönderir aldırırız şimdi" cümlesindeki çocuktan ne ister ki lan hayat?
Burak Aksak
DÜNYANIN BÜTÜN ÇIPLAKLARI BİRLEŞİN;
"Onlar gibi sayılmazdın fakat yine de aralarındaydın. İki arada bir derede boğulmaktaydın. Hafta içi günlerini, hafta sonu harcamak için para kazanmaya adamıştın. Hafta sonlarını da hafta içlerini unutturacak şeylerle doldurmaya çalışırdın. Dünyan hafta sonların kadardı. Dardı. Sense adını bilmediğin şeylerden feci bıkmıştın."
"Giysiler insanları tasnif edip ayıracaksa, adalet çıplaktıkta olabilir mi?"
"Hayat, sıkı sıkı giyinmek değil, sıkı sıkı sarılıp birbirimizin sıcağında ısınmak demek."
diyordu Nermin Yıldırım.
Bir yazıya hepsini sığdırmak mümkün olamayacağı ve okuyanları da düşünmek gerektiği için =) bu öğleden sonra yazımı burada noktalandırıp sizi en kısa zamanda OT-2 yazımı okumaya bekliyorum.
Yazımı Tarık Buğra'dan esinlendiğim bir cümle ile noktalamak istiyorum:
Ve, ol bab da emru ferman bugünkü okuyucularımla -varsa- eleştirmenlerimiz efendimizindir.
Yorumlar
Yorum Gönder