Ana içeriğe atla

Kitap inceleme Calısması-2


Bugünkü yazım 1957'de Nobel Edebiyat Ödülü alan Albert Camus'un Yabancı isimli kitabı hakkında.. Kitapta ilk başta yadırganabilecek bir üslup olmakla beraber bu indirgenmiş tekdüzeliğin aslında kahramanın (Mösyö Mersault) karakterini yansıttığı sonradan anlaşılır. Kitap Mersault'un annesinin ölümü ile başlar. Mr Mersault'a bir telgraf gelir ve annesinin cenazesine gider. Annesi yaşlandığı zaman ona bir bakıcı tutacak gücü olmadığı ve aslında annesi ile konuşacak ortak konularının kalmaması sebebi ile annesini bir bakımevine yatırmıştır. Mersault'un tutumu ilk başta soğuk gelse dahi aslında o herşeyi olduğu gibi gören birisidir. Yemeğini hep aynı yerde yer, hatta bazen bir öğleden sonrasını tamamen balkonda oturup dışarıdaki insanları ve gökyüzünü izleyerek geçirir.Tabiri caizse onun duygularını kolay ifade edemeyen bir yapısı vardır. Cenaze için gittiği bakımevi çalışanları tarafından yadırganması da bu yüzdendir.

Annesinin cenazesinden bir gün sonra plaja gider ve eski bir arkadaşıyla rastlaşır. Marie ismindeki bu kızla bir ilişkisi başlar. Bu arada Mersault ile aynı apartmanda yaşayan iki komşusu vardır; biri yaşlı bir duldur, karısı öldükten sonra köpeği ile başbaşa kalmıştır. Diğer bir komşusu (Raymond Sintes) kendisinin 'ambarcı' olduğunu söylese de mahalledekiler onu kadınların sırtından geçinen biri olarak tanırlar. Yaşlı dul ihtiyarın (Salamano) köpeği cilt sorunları yaşamaktadır; köpeği sevmesine karşın (bunu daha sonra anlıyoruz, yani köpek kaybolduğu zaman) sürekli hayvancağızla didişip durmakta, onu 'pis mendebur' diye azarlamaktadır. Bir akşamüstü Raymond, Mersault'u evde 'sucuk ve şarap var' diyerek evine davet eder. Mersault ise eve gidip yemek yapma düşüncesinden kurtulmak için bu teklifi kabul eder. Sohbet ilerledikçe Raymond bir sıkıntısını Mersault ile paylaşır ve kendisine yardım etmesini ister. Raymond'un hayatında bir kadın vardır lakin bu kadın onu dolandırmaktadır. Raymond onurunun zedelendiğini düşünmekte ve ondan intikam almak istemekte lakin bunu nasıl yapacağını bilememektedir. Kadına bir mektup yazma düşüncesi vardır ve işte bu noktada Mersault'dan yardım istemektedir. Mersault bu teklifi kabul eder ve Raymond ağzından kadına mektup yazar.Lakin işler Raymond'un kafasındaki gibi işlemez ve kadın geldiğinde onu kapı dışarı etmek istediği zaman aralarında bir tartışma başlar,sonuçta polisler gelir. Kadın kendisininden onu dövdüğü gerekçesi ile şikayetçi olur. Bunun üstüne Mersault'un karakola giderek Raymond lehine ifade vermesi gerekir.

Bir gün yaşlı Salamono köpeğini kaybeder ve bunun üzerine Mersault ile yaşlı adam arasında kısa bir konuşma geçer, bu konuşma aslında birbirini pek tanımayan iki insanın birbirine yakınlaşmasını sağlar. Yine birgün Raymond, Mersault'un ofisine telefon eder, onu ve kızarkadaşını bir arkadaşlarının sahildeki evlerine davet eder. O gün birlikte gidecekleri zaman, bir kaç adamın kendilerini izlediklerini fark ederler. Bu adamlardan biri Raymond'un dövdüğü kadının abisidir ve muhtemel intikam peşindedir. Otobüs gelir biner ve giderler. Adamlar artık bunları takip etmemektedir ya da bunlar  öyle düşünür. Sahildeki eve vardıklarında Raymond'un arkadaşı Masson ve eşi kendilerini karşılar. Sonrasında kadınlar evde kalıp üç erkek yürüyüşe çıktıkalarında yine bu Araplarla karşılaşırlar. Araplardan biri Raymond'a bıçak çekince ortalık karışır ve kavga başlar. Bunun üzerine Raymond Mersault'a tabancasını verir. Araplar kaçar. Eve geri dönerler. Mersault kendisi tekrar bir yürüyüşe çıkar ve yine o Araplardan biriyle karşılaşır, daha ne olduğunu anlamayamadan adama ateş eder ve adamı öldürür. Aslında herşey güneş sebebiyle olmuştur. Kabullenmesi ne kadar zor olsa ve mantıksız görünse de Mersault'un ışığa karşı duyarlılığı vardır. İşte olanlar bundan sonra olur ve bir felsefi karmaşanın ortasında bulur kendisini hem okur hem de Mersault...

Ben özellikle kitabın sunuş bölümündeki ya da arka yüzündeki kalıplaşmış cümlelere değinmedim ve daha yüzeysel de olsa kendi çıkarımlarıma yer vermek istedim. Adı üstünde bunlar benim kendi çıkarımlarımdı ve bundan mütevellit istiridye içinden çıkan inciler misali değerli idiler benim için...

Devam edecek olursak, bu olay üzerine Mersault tutuklanır, birtakım sorgulamalara çekilir, kendisine bir avukat tayin edilir. Annesinin ölümü üzerine yeterli üzüntü gösterememesi gerekçesiyle "katı yürekli olmakla" suçlanır; hatta öyle bir an gelir ki bu suç Mersault'un adam öldürmesi konusunun önüne geçer. Herkes Mersault'a bir tanrıdan söz eder ama ona göre tanrı yoktur, o böyle şeylere inanmaz. Sanırım bu da büyük bir suçtur... Hapishanede zamanını gökyüzünü izleyip dışardan gelen sesleri dinleyerek günün hangi saatinde olduklarını anlamaya çalışarak geçirir.

Mersault hakkında karar verilecek mahkeme günü gelmiştir. Aynı gün iki dava görüleceketir, biri Mersault'unki diğeri ise babasını öldüren bir adamın davasıdır.Avukatı Mersault'un çok büyük bir ceza alacağını düşünmez ve bunu kendisine de söyler. Tanıklığına başvurulmak üzere ise bir çok tanışı mahkemeye çağrılır. Komşuları; Raymond ve Salamano; kızarkadaşı Marie; Masson ve eşi bunlardan bazılarıdır. Hepsinin tanıklığına başvurulur. Mahkeme heyeti karar vermekte zorlanır, savcı ve avukat arasında çok ciddi akıl oyunları olur ve tüm bu olanları Mersault sadece dışardan bir yabancı gibi izlemekle yetinir. Ortalıkta kendisi hakkında bazı şeyler söylenip bazı kararlar verilir ama onun içinden buna müdahale etmek geçmez. Sonuç ise idamdır..! Temyiz hakkı ise yoktur.

Mersault cezaevinde infazı bekler. 3 kez papazla görüşmeyi reddeder. Temyiz olayı hala kafasını kurcalamaktadır. Burada tekrar ve tekrar okumuş olduğum bir bölümü sizinle paylaşmak istiyorum:

"Bütün iyi niyetime rağmen, bu keskin ve acı gerçeği kabul edemiyordum. Çünkü sonuçta, onu meydana getirmiş olan kararla o kararın bildirildiği andan itibaren değişmez bir şekilde birbirini kovalayan olaylar arasında gülünç bir orantısızlık vardı. Kararın saat 17'de okunacağına saat 20'de okunmuş olması ve büsbütün başka bir nitelikte de olabilmesi olgusu, herkes gibi çamaşır değiştiren kimseler tarafından verilmiş bulunması gerçeği, Fransız (ya da Alman ya da Çinli) milleti gibi kuşkulu ve belirsiz bir kavrama dayanmış olma keyfiyeti, bütün bunlar, bu kararın ciddiyetinden pek çok şey kaybettiriyor gibi geliyordu bana."

Mersault gündüzleri yine de temyiz dilekçesini düşünmeden edemez. Burada da şu alıntıya yer vermek istiyorum:

"Öyleyse öleceğim demek ki. Bu düşüncede hiçbir tereddütlü taraf yoktu. Fakat herkes bilir ki hayat, yaşamak zahmetine değmeyen birşeydir. Aslında otuz ya da yetmiş yaşında ölmenin önemli olmadığını bilmez değilim; çünkü her iki durumda da gayet doğal olarak başka erkeklerle başka kadınlar yine yaşayacaklar ve bu, binlerce yıl devam edecektir. Sözün kısası, bundan daha açık birşey yoktu. Şimdi ya da yirmi yıl sonra olsun, ölecek olan hep bendim. O anda yapmakta olduğum muhakemede beni bir parça rahatsız eden şey, yirmi yıl daha yaşamak düşüncesinin içimde yarattığı o korkunç hamleydi. Ne var ki bu hamleyi yatıştırmak için de, nihayet o gün gelip çattığında, düşüncelerimin neler olacağını hayal etmekten başka bir şey gelmiyordu elimden. İnsan madem ki ölecektir, bunun nasıl ve nerede olacağının önemi yoktur, apaçık birşeydir bu."

Beni en çok ne mi etkiledi ? Mersault ve cezaevi papazı arasında geçen bir diyalog, Mersault'un çıldırdığı an, bu bölümü de aktarmadan yazımı sonlandırmak istemiyorum:


"Kendinden ne kadar da emin görünüyordu, değil mi ? Halbuki onun bu güvenli edalarının bir kadın saçı kadar bile değeri yoktu. Yaşadığına bile emin değildi, bir ölü gibi yaşıyordu çünkü. Bense ellerim boş gibi duruyordum ama kendimden de, herşeyden de emindim, ondan daha emindim, hayatımdan da, gelmek üzere olan şu ölümden de emindim. Evet, bundan başka şeyim yoktu. Ama hiç değilse, bu gerçek beni nasıl kavramışsa ben de onu öylece kavramış bulunuyordum. Önceden de haklıydım, şimdi de haklıydım, hep haklı olacaktım. Şimdiye kadar bu şekilde yaşamıştım. Şimdiden sonra da bu şekilde yaşayabilirdim. Şunu yapmış, bunu yapmamıştım. Filan şeyi yapmamıştım, ama falan şeyi de yapmıştım. Daha ne olmak ihtimali vardı? Hayatım boyunca bu dakikayı ve cezaya çarptırılacağım bu şafak saatini beklemiştim sanki. Hiçbir şeyin, ama hiçbirşeyin önemi yoktu ve ben bunun niçin böyle olduğunu biliyordum. O da bunun sebebini bilmekteydi. Geçirmiş olduğum bu saçma, boş hayat boyunca geleceğimin derinliklerinden ve henüz gelmemiş yılların arasından karanlık bir soluk bana doğru yükseliyor; bu soluk, geçtiği yerde, yaşadığım yollardan daha gerçek olmayan o gelecek yıllar için vaat edilen bütün şeyleri aynı hizaya getiriyordu. Başkalarının ölümünün, bir annenin sevgisinin, onun Tanrı'sının, seçilen yaşamların, kaderlerin ne önemi vardı benim için, değil mi ki beni de, onun gibi benim kardeşim olduklarını söyleyen milyarlarca imtiyazlıyı da bir tek kader seçecekti. Anlıyor muydu bunu, anlayabiliyor muydu acaba? Herkes imtiyazlıydı. Bu dünyada imtiyazlılardan başka kimse yoktu. Ötekileri de günün birinde mahkum edeceklerdi. Eğer, adam öldürmekle suçlanıp da annesinin cenazesinde ağlamadığı için idam edilirse, ne çıkardı bundan ? Salamano'nun köpeği de karısı kadar kıymetliydi. Otomat kılıklı ufak tefek kadın da Masson'un evlenmiş olduğu Parisli kadın kadar, yahut benim kendisiyle evlenmemi isteyen Marie kadar suçluydu. Raymond'un, ondan daha iyi bir insan olan Celeste kadar benimle arkadaş olmasının ne önemi vardı? Marie'nin bugün dudaklarını başka bir Mersault'ya vermesinin önemi neydi? Bu mahkumu, benim geleceğimi anlıyor muydu?"

Ve bundan sonra Mersault sanki sakinleşir, artık ölümünü daha doğrusu infazı beklemeyebaşlar ve elinden o günün hakkını verebilmeyi umut etmekten başka birşey gelmez ama yine de mutludur.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tutunamayanlar-3 (Açıklamalar)

SÜLEYMAN KARGI'NIN AÇIKLAMALARI Süleyman Selim'in ısrarı ile şarkılara mısra mısra açıklamalar yazmıştı. Selim "onlar, onlar" diye tutturmuştu. Ama kimdi bu onlar ? Neticede "biz değildik" dedi Süleyman Kargı en sonunda..Peki bu açıklamalar neydi, neyin nesiydi.. King Solomon ile ilgili öyle güzel kurgulanmış öyküler vardı ki gerçek ile fantastik birbiri içine geçiyordu. Bir de mutlaka bir 'Kargı' ya da 'Kargıcı' var idi. Bilig Tenüz yani Bilgi Denizi isimli bir kitaptan ise detaylıca bahsediliyor ve günümüz koşulları ile ilişkilendiriliyordu. Bazı kelimelerin ise Türkçeleştirilmiş anlamları özelllikle dikkatimi çekmişti. Mesela felseyeye özbilgenlik deniyordu, tümaçtarsız ise 'tümüyle açık seçik ve tartışmaya yer vermeyecek biçimde' demekti. Cebir zorbilim olarak karşımıza çıkarken yerölçümsel geometrik, doğaötel metafizik oluyordu.Bir de bir tanımlama vardı ki okurken yüzümde şapşalca bir gülümseme yayılmasına engel olamamışt

Tutunamayanlar-1

Şimdiye kadar okumadığım için çok şey kaybettiğimi düşündüğüm bir kitap.. Bölüm bölüm inceleyelim. Öncelikle bu yazıda olacak alt başlıkları bir sıralayalım: Önsöz/Ömer Madra Geleceği Elinden Alınan Adamın Geçmişi de Elinden Alınacak Diye Korkuyorduk/Enis  Batur Sonun Başlangıcı Yayımlayıcının Açıklaması Birinci Bölüm Öncelikle sy 9-12 arası Ömer Madra tarafından yazılan önsöz için ayrılmış. Madra kendisi dahi Oğuz Atay için önsöz yazmanın ne kadar zor olduğunu anlatarak yazmış bu satırları; Oğuz Atayı'ın bu duruma bakış açısını bildiği için hem zorlanmış hem de gururlanmış. Bunu nereden mi biliyoruz? Kendi sözlerinden..  Size bir soru ? Bir kitap ne kadar güzel olabilir ? Önsöz'ünden Sonsöz'üne kadar altı çizilecek cümleler bulabiliyorsanız işte o kitap şahanedir. Hiç düşünmeden "Tutunamayanlar"ı ömrümün kitabı olarak addettikten sonra buradaki alıntılarıma geçebilirim... (Alıntılara ön yargı ile yaklaşmayalım, biliniz ki burada önsözü yazan müellif d

Tarık Bugra ve Siyah Kehribar

Bu seferki yazım Tarık Buğra hakkında olacak. Kendisi çok yönlü bir yazar olmakla beraber hayat hikayesinin de okunmaya değer olduğunu düşünüyorum. Tıp eğitimi ile başlayan kariyeri yazarlıkla son bulmuş. Kendi ağzından Siyah Kehribar romanının sunuşunu mutlaka okuyup ne kadar objektif bir özeleştiri yapabildiğini görmenizi isterim. Siyah Kehribar romanı kurgusu dışında, indirgenmiş tekdüzeliği ve yazarın kendisinin de hemfikir olduğu bir samimiyet ve içtenlik duygusu ile yazılmış olup insan karakteri ile ilgili güzel tespitler içermektedir. Özellikle bazı alıntıları sizinle paylaşmak istiyorum: "Herşey güzel olmalı; tatlı olmalı. Her hareketimiz ve her saadetimiz tatlı olmalı. Günlerimizi, birbirimizi çirkinleştirmemeliyiz. Ayrılırken bile güzel olmalıyız. Yoksa neye yarar ? Ben ancak böylesine razıyım. Bu bir kuvvet işidir. Kendimize güvenemiyorsak hiç başlamayalım çok daha iyi olur." diyordu romanın ana kahramanının sevdiği kadın. Ne kadar da güzel ifade edilmi