Son günlerin en önemli konusu Covid-19.
Hepimiz bu salgından mağdur bir biçimde biraz da korkarak tedbilere de uyarak evlerimizde kalmış bulunmaktayız. Blog serüvenim aslında çok uzun yıllar önce başladı. Lakin hem dağınık zihinli ve aynı anda pek çok işe koşturmaya alışık bir insan olmamdan mütevellit bu sayfayı baya bir zaman ihmal ettim. Kitap okumak benim için bir tutkudur, çocukluğumdan itibaren serüvenime eşlik etmiştir. Bu sürede hazır evdeyken bir kaç şey paylaşmak istedim sizinle. Bu yazı elbette bu virüsün hayatımızı olumsuz etkileri üzerine olmayacak. Aksine evde de kaliteli vakit geçirmeyi bilen ve seven biri olarak, okuduğum kitaplar ve bunların tesirlerinden yola çıkarak size başka pencereler aralamak istedim.
İlk kitabımla başlamak istiyorum. Bu kitap bana dostum'un hediyesi idi çünkü o sevdiğiniz detayları bilip gününüzün güzelleşme sebebiydi. Burak Aksak ismini ilk Leyla ile Mecnun dizisiyle tanıdım ben. Sonra da peşini hiç bırakmadım zaten. Yazılarını takip ettim OT'ta. Leyla ile Mecnun üstüne bir şeyler yazmayacağım burda çünkü onunla ilgili ayrı bir yazım zaten vardı. Sonra bu ilk kitabını yayımladı, sanırım uzun ısrarlar almış olmalıydı bu yönde. ilk kitabı tabii ki 'Leyla ile Mecnun'du. Bu arada bilmeyenler için söyleyeyim dizi, zamanında dizi oyuncuları gezi eylemlerine destek verdiklerinden mütevellit TRT tarafından yayından kaldırılmıştı. Son'u izleyememiştik. Sonra öyle bir son yayınladılar ki burnumuzun direği sızladı, göz yaşlarımız içimize aktı, eridi, eritti. (TRT'nin aynı gün oyunbozan çocuklar gibi ramazan özel için çekilen bir bölümü yayınlamasına hala gülerim.) Dizi konusunda da bir şey söylemeden geeçmeyeyim; şimdi herkeste bir Netflix fanatikliği var. Kötü demiyorum asla, bu kadar çok seven kişi olduğuna göre kötü olmaz elbette. Ben sadece sürü psiskolijisi ile hareket etmeyi sevemedim. Kendisinin bir imza gününe gidip orda kitabını da imzalatmıştım.Neyse dönelim konumuza: Ben Orada Değildim Üstelik Siz de Yoktunuz !
Burak Aksak bu romanda her zamanki ince mizahını ve alaycılığını konuşturmuş. Boşvermişliği bilinçli bir boşvermişlik, hayatta izleyici konumunda. Önünde film şeritleri gibi akıp giden hayatın dışına çkmış ve onu oradan izliyor. Belki de bezmiş, çocukken kurduğu hayalleri gerçekleştirememekten ve en çok da sanırım ona inanan ve güvenen insanları hayal kırıklığına uğratmış olmaktan yorulmuş. O artık gözyüzü griye boyanmış bir çoocuk. Artık denize çıkan yollarda da durup dinlenmiyor. Tek denizi var onun o da eşi. Onda bulmuş sığınacağı limanı ve hayatı daha dayanılır kılanı. Bu kısa öykülerden oluşan kitap bize Burak Aksak'ın geçirdiği çocukluk dönemine ait anılara ve bu anıların kendisinde bıraktığı izlere şahitlik ediyor, ettiriyor. Severek bir çırpıda okunacak 36 kısa öyküden oluşuyor. Aynı Murat Menteş kitapları gibi tekrar tekrar okunası bir kitap bence. (Murat Menteş edebi tarzını inkar etmiyoruz o ayrı) Lakin Burak Aksak tarzı diye de bir şey var artık :) Okuyanlar bunu anlar hem de hiç yabancılık çekmeden !
Bu kitap da bana bie hediye :) Zaten hediye kitaplar kadar da kıymetli başka bir şey yoktur şu dünyada. Bu kitabı büyük bir iç savaşmayla okudumç Karakterlerin kim olduğunu aklımda tutmak biraz zor oldu ama hikaye aktıkça alıştım. Romanın baş kahramını Santiago Nasar. Sonunda bile masum olup olmadığıını anlayamadığımız ama ölümüne üzüldüğümüz kişi. Neden mi ? Çünkü göz göre göre, herkesin bildiği ama engel olamadığı bir cinayete kurban gitmişti. Aradan 2 gün geçse bile birden aklınızda kitaptan bir sahne belirip "ama annesi orda kapıyı kapatmasa son dakika içeri girip kurtulabilirdi hem zaten Vicario kardeşler resmen birileri kendilerine engel olsun diye tüm kasabaya kendileri ilan etmemişler miydi Nasar'ı öldüreceklerini ?" diyebiliyorsunuz. Bu kitabı aslında benim tavsiye etmeme dahi gerek yok çünkü hem Kolombiya'da hem de dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman bu ! En önemlisi de ne biliyor musunuz ? Marquez;in üslubu, yalın akıcı bir dil kullanması. Tasvir yeteneği, betimlemleri ve karakter tahlilleri öylesi isabetli ki; O olay akışını anlatırken zihninizde kendiliğinden beliriveriyor her şey, kelimeleri süslemesine gerek kalmadan.
Hahah ! Eminim önce hepimizin aklına bu sahne geliyor değil mi ? Korova Süt bar ve bıçaklı süt içen Alex ve arkadaşları ! Bir efsanenin kitabı başka bir efsana tarafından ancak bu kadar kült hale getirilebilirdi. X2 Kült yani !!!
Evet kitabımız bu arkadaşlar ! Lakin kitabı anlatmadan önce arka yüzde yazan küçük bir anektodu aktarnak istiyorum size Burgess'in hayatı üzerine."1959 yılında Burgess'a ameliyat edilemez bir beyin tümörü tanısı kondu ve bir yıldan az ömür biçildi. ilk karısı Lynne'in geçimini sağlamaya kararlı olan Burgess öfkeyle masaya oturup 12 ay içinde beş buçuk roman yazdıktan sonra teşhisin yanlış olduğunu öğrendi. Ne var ki artık tanınan bir yazar olmuştu." Çok ironik değil mi ?
Bu roman okunmaz, hissedilerek yaşanır. Sayfalarında kaybolur ve kendini o çıkmaz sokaklarda bulursun. Bildiğin hissedersin. O vahşeti, hatta vahşete duyulan açlığı. Siyasi görüşlerin çatışmasını, hükümet politikalarını, aymazlığı, aile ilişkilerini ve en çok da gençleri. Hayret edersin ! Hayatın karma'sını da görürsün kitapta !
Hepimiz bu salgından mağdur bir biçimde biraz da korkarak tedbilere de uyarak evlerimizde kalmış bulunmaktayız. Blog serüvenim aslında çok uzun yıllar önce başladı. Lakin hem dağınık zihinli ve aynı anda pek çok işe koşturmaya alışık bir insan olmamdan mütevellit bu sayfayı baya bir zaman ihmal ettim. Kitap okumak benim için bir tutkudur, çocukluğumdan itibaren serüvenime eşlik etmiştir. Bu sürede hazır evdeyken bir kaç şey paylaşmak istedim sizinle. Bu yazı elbette bu virüsün hayatımızı olumsuz etkileri üzerine olmayacak. Aksine evde de kaliteli vakit geçirmeyi bilen ve seven biri olarak, okuduğum kitaplar ve bunların tesirlerinden yola çıkarak size başka pencereler aralamak istedim.
İlk kitabımla başlamak istiyorum. Bu kitap bana dostum'un hediyesi idi çünkü o sevdiğiniz detayları bilip gününüzün güzelleşme sebebiydi. Burak Aksak ismini ilk Leyla ile Mecnun dizisiyle tanıdım ben. Sonra da peşini hiç bırakmadım zaten. Yazılarını takip ettim OT'ta. Leyla ile Mecnun üstüne bir şeyler yazmayacağım burda çünkü onunla ilgili ayrı bir yazım zaten vardı. Sonra bu ilk kitabını yayımladı, sanırım uzun ısrarlar almış olmalıydı bu yönde. ilk kitabı tabii ki 'Leyla ile Mecnun'du. Bu arada bilmeyenler için söyleyeyim dizi, zamanında dizi oyuncuları gezi eylemlerine destek verdiklerinden mütevellit TRT tarafından yayından kaldırılmıştı. Son'u izleyememiştik. Sonra öyle bir son yayınladılar ki burnumuzun direği sızladı, göz yaşlarımız içimize aktı, eridi, eritti. (TRT'nin aynı gün oyunbozan çocuklar gibi ramazan özel için çekilen bir bölümü yayınlamasına hala gülerim.) Dizi konusunda da bir şey söylemeden geeçmeyeyim; şimdi herkeste bir Netflix fanatikliği var. Kötü demiyorum asla, bu kadar çok seven kişi olduğuna göre kötü olmaz elbette. Ben sadece sürü psiskolijisi ile hareket etmeyi sevemedim. Kendisinin bir imza gününe gidip orda kitabını da imzalatmıştım.Neyse dönelim konumuza: Ben Orada Değildim Üstelik Siz de Yoktunuz !
Burak Aksak
"Ben bu dünyanın düzenini değiştirecek olanım. Kahramanlarınızı öldürmeye geldim. Çünkü nerede bir kahraman varsa orada zulüm de vardır. Zulmü meşrulaştırma çabalarıdır tüm kahramanlık hikayeleri.Kahramanlarınıızı öldürün. Ya da bırakın bunu sizin yerinize ben yapayım. Ama öncelikle fazla akbili olan var mı ?"
Burak Aksak bu romanda her zamanki ince mizahını ve alaycılığını konuşturmuş. Boşvermişliği bilinçli bir boşvermişlik, hayatta izleyici konumunda. Önünde film şeritleri gibi akıp giden hayatın dışına çkmış ve onu oradan izliyor. Belki de bezmiş, çocukken kurduğu hayalleri gerçekleştirememekten ve en çok da sanırım ona inanan ve güvenen insanları hayal kırıklığına uğratmış olmaktan yorulmuş. O artık gözyüzü griye boyanmış bir çoocuk. Artık denize çıkan yollarda da durup dinlenmiyor. Tek denizi var onun o da eşi. Onda bulmuş sığınacağı limanı ve hayatı daha dayanılır kılanı. Bu kısa öykülerden oluşan kitap bize Burak Aksak'ın geçirdiği çocukluk dönemine ait anılara ve bu anıların kendisinde bıraktığı izlere şahitlik ediyor, ettiriyor. Severek bir çırpıda okunacak 36 kısa öyküden oluşuyor. Aynı Murat Menteş kitapları gibi tekrar tekrar okunası bir kitap bence. (Murat Menteş edebi tarzını inkar etmiyoruz o ayrı) Lakin Burak Aksak tarzı diye de bir şey var artık :) Okuyanlar bunu anlar hem de hiç yabancılık çekmeden !
Gelelim karantina günlerine eşlik eden 2. kitabımıza! 1982 Nobel Edebiyat Ödüllü Gabrial Garcia Marquez tarafından yazılan Kırmızı Pazartesi !
Bu kitap da bana bie hediye :) Zaten hediye kitaplar kadar da kıymetli başka bir şey yoktur şu dünyada. Bu kitabı büyük bir iç savaşmayla okudumç Karakterlerin kim olduğunu aklımda tutmak biraz zor oldu ama hikaye aktıkça alıştım. Romanın baş kahramını Santiago Nasar. Sonunda bile masum olup olmadığıını anlayamadığımız ama ölümüne üzüldüğümüz kişi. Neden mi ? Çünkü göz göre göre, herkesin bildiği ama engel olamadığı bir cinayete kurban gitmişti. Aradan 2 gün geçse bile birden aklınızda kitaptan bir sahne belirip "ama annesi orda kapıyı kapatmasa son dakika içeri girip kurtulabilirdi hem zaten Vicario kardeşler resmen birileri kendilerine engel olsun diye tüm kasabaya kendileri ilan etmemişler miydi Nasar'ı öldüreceklerini ?" diyebiliyorsunuz. Bu kitabı aslında benim tavsiye etmeme dahi gerek yok çünkü hem Kolombiya'da hem de dünyanın dört bir yanındaki pek çok ülkede sarsıcı etkileri olmuş bir roman bu ! En önemlisi de ne biliyor musunuz ? Marquez;in üslubu, yalın akıcı bir dil kullanması. Tasvir yeteneği, betimlemleri ve karakter tahlilleri öylesi isabetli ki; O olay akışını anlatırken zihninizde kendiliğinden beliriveriyor her şey, kelimeleri süslemesine gerek kalmadan.
Karantina Günleri -3. Kitap: Otomatik Portakal ve Burgess
Hahah ! Eminim önce hepimizin aklına bu sahne geliyor değil mi ? Korova Süt bar ve bıçaklı süt içen Alex ve arkadaşları ! Bir efsanenin kitabı başka bir efsana tarafından ancak bu kadar kült hale getirilebilirdi. X2 Kült yani !!!
Bu roman okunmaz, hissedilerek yaşanır. Sayfalarında kaybolur ve kendini o çıkmaz sokaklarda bulursun. Bildiğin hissedersin. O vahşeti, hatta vahşete duyulan açlığı. Siyasi görüşlerin çatışmasını, hükümet politikalarını, aymazlığı, aile ilişkilerini ve en çok da gençleri. Hayret edersin ! Hayatın karma'sını da görürsün kitapta !
Yorumlar
Yorum Gönder